Boyun eğmeyenler partiye geliyor

Komünist Parti Merkez Komite üyesi Mehmet Kuzulugil'in Boyun Eğme dergisinin 7. sayısında yayınlanan röportajı:

Seçimlerin en dikkat çeken öznelerinden biri de Komünist Parti oldu. Evet, Komünist Parti oylarını katlamıştı ve bu bile konuşulmaya değerdi ancak daha fazlası var. 1 Kasım’ın AKP’nin zaferiyle sonuçlanmasının hemen ardından, uzun süredir sahte umutlarla heyecanlandırılan kitleler umutsuzluk içinde çöken projelerin altında kalmış görüntüsü verirken, komünistler, partiye olan ilginin arttığını, örgütlenme kampanyalarını bir ay daha uzattıklarını açıkladılar. Yani bırakın karalar bağlamayı “şimdi atılım ve örgütlenme zamanı” dediler. Sırf bu bile dikkatleri komünistlerin üzerine çekmeye yetti.

Komünist Parti Merkez Komite üyesi Mehmet Kuzulugil ile seçimlerin ardından partinin yaptığı örgütlenme çağrısını ve pratiğini konuştuk.

 

Komünist Parti’nin seçimlerin hemen ardından yayınladığı çağrı ile başlayalım. “Oy verdiniz, şimdi örgütlenme zamanı” mı diyor parti?

Bence bugün partimizin toplum kesimlerine yaptığı çağrının üç ana unsuru var. Birincisi, evet, seçim döneminde Komünist Parti’ye yönelmiş olan, bütün o “oyunu çarçur etme!” edebiyatını elinin tersiyle itip oyunu bir bakıma sandığın dışına kullanmış olanlara “bu daha başlangıç” diyoruz. Çağrının bir yanı bu. İkincisi, 1 Kasım’da ortaya çıkan sonucu, Türkiye tablosunu değerlendirerek, “sahte umutlar bittiyse, gerçek umudu örgütlemeye ne dersiniz” diyoruz. Ki bence “çağrının” merkezinde asıl bu var. Üçüncüsü de bir taahhütte bulunuyoruz. Parti kendi programı, siyasal duruşu ve düzen karşıtı devrimci karakterini örgütlemekte, yaymakta ve büyütmekte kararlı olduğunu ilan ediyor. Bunun hakkını vermeyi taahhüt ediyor.

Çağrı metnimiz, sadece “oy verenlere” ulaşmak üzere yayınlanmadı yani.

Esasen, 1 Kasım tablosunda Komünist Parti’nin yaptığı çağrının çok geniş bir alıcısı, oyunu “AKP’yi geriletme” edebiyatının etkisi altında “basgeç” mantığı ile kullanmış, buna zorlanmış olanlar içinde ortaya çıkıyor.

 

Türkiye toplumunda özel olarak Komünist Parti’nin daha hızlı örgütlenebileceği bir toplum kesimi var mı? Örgütlenmeyi nereye odaklamak gerekir?

Her yere!

Öncelikle şunu söyleyeyim, Parti’nin seçim sonuçlarından kendi pratiği açısından aşırı teorik sonuçlar çıkarma, oy dağılımına bakarak kendisine yönelen ilgiyi teorize etme yoluna girmesi yanlış olur.

Bir kere, partinin örgütlenme alan ve hedefleri, bu genel ölçekte bakıldığında, sandık sonuçlarıyla değil, kendi siyasal değerlendirme ve hedefleriyle oluşturulur.

Parti konferansının bu konudaki değerlendirmesi bellidir. Partinin sınıf kimliğini pekiştirecek, buradaki temsil gücünü artıracak ve siyasal olanaklarını üretimle, işçi yığınları ile bağlantılandıracak bir örgütlenme hedefi koyduk. Buradaki yaklaşımımızı bir de 1 Kasım ile doğruladık diyebiliriz sadece.

Seçim sonuçları da, bunlardan çıkaracağımız sonuçlar da 2015 Konferansımızın “siyasi ve örgütsel hedefler” belgesini yenileyecek bir çalışmayı gerekli kılmıyor. Bu belgede yer alan “Partimizin sınıf karakteri, partide işçi üyelerin sayısının artmasına indirgenemez. Parti, üye toplamının sınıf profili açısından özel bir sorunla karşı karşıya değildir. Parti işçi örgütlemekten işçi sınıfı içinde örgütlü olmaya geçecektir” değerlendirmesi bize ışık tutuyor.

Sonra, hele bazı dönemlerde, örgütlenme gibi konular öyle çok teorize edilmeye gelmez. Örgütlenmenin siyasal temellerini belli bir netlikte ortaya koymak, örgütlenme çağrınızı ülke ve dünyadaki durumla gerekçelendirmek... Bunlar doğru ve gereklidir. Ötesi sadece yavaşlatır.

Komünist Parti şu anda seçim sonuçlarını çok daha mikro ölçekte çalışıyor. Genellemelere varmak, teorik sonuçlar çıkarmak için değil, 2015 yılının Kasım ayında “şansını Komünist Parti ile denemeye karar vermiş” yeni dostlarını isim isim bulmak için.

 

Sonuçlara ilişkin bir ilk değerlendirme yine de yapıldı ama. Oyların çok güçlü bir şekilde arttığı yerler ve buradaki sosyal profil hakkında söylenenler var. Örneğin, Kadıköy, Çankaya, Karşıyaka, Beşiktaş, Bakırköy gibi ilçelerde çok büyük bir kıpırdanma olmadığı görülüyor.

Önce şunu söyleyeyim. Buradaki değerlendirmeler, partinin örgütlenme ilgisini belirli noktalarda azaltmak, alan boşaltmak için değil, belirli alanlara yüklenmek, alan doldurmak için anlam taşır. “Kadıköy’de ne yapsak boş” diyecek halimiz yok. Üstelik 1 Kasım sandık sonuçlarının yansıttığı eğilimler 1 Kasım’dan sonra aynı şekilde korunmak zorunda değil. Örneğin, “kıpırdanma olmadı” dediğimiz yerlerde de 1 Kasım’dan önce olmayan bir yönelim 1 Kasım sonuçlarına (sadece partimizin oylarını kastetmiyorum) bağlı olarak ortaya çıkabilir. Çıkıyor da.

Önemli nokta şu: Komünist Parti’nin sandıklara da yansıyan bir arayışı karşılıksız bırakma şansı yok. Bağcılar’da, Esenler’de, Mamak’ta, Soma’da bir anda ortaya çıkan “yeni seçmen”e ulaşmak, örgütlemek zorundayız.

Bu da bir yerden sonra istatistik tabanlı teorileştirmelerle değil, pratik örgütlenme ile olur. Sokak sokak, mahalle mahalle.

Bir de şunu söylemeliyim. Komünist Parti’nin oylarını çok yükselttiği yerlerin ortak özelliği hakkında söylediklerimizi hatırlatarak.

Yoksul emekçi bölgelerinde, katlanarak artan sayıda insanın Komünist Parti’ye oy verdiklerini gözledik. Bu, kentli yoksul emekçiler içindeki ilerici, devrimci birikimin, düzenden kopma arayışını, siyasal radikalizme ilgisini ifade ediyor.

Bir de onlar “gerçek Türkiye’de” yaşıyorlar.

“Oylarımızı sandığa atıyoruz ve acılar bitiyor. Yatcaz kalkçaz, yatçaz kalkcaz. Bakmışız AKP gitmiş” demiyorlar. Diyemezler de.

 

Sonuç olarak ve daha somut olarak sorayım o zaman. 1 Kasım sonrasında Komünist Parti örgütlenmede yeni bir ivme kazandı mı?

Evet. Duraksamadan, hesap kitap yapmadan, evet.

Bu da çok normal. İşin bir tarafı, Parti’nin herkesi şaşırtan “toparlanması.” Yani “4 ayda oylarını 4-5 katına çıkartan parti” görüntüsü kolay örtülür, gizlenir, önemsizleştirilir bir şey değildi.

Sonuçta Türkiye Komünist Partisi’nin, 2001 yılında bu adı alan Sosyalist İktidar Partisi’nin 20 yılı aşan bir süre içinde kendi varlığıyla, kendi sosyalist devrimci etkin politikasıyla doldurduğu bir hacim var.

Komünistler, bu ülkede siyasette ortaya çıkan boşlukları doldurarak var olmadı. Kendi varlıkları ve pratikleriyle, kendi boşluklarını kendileri yarattılar. Ve doldurdular.

Kimse, “bak işte şöyle bir mesele vardı ve orayı komünistler iyi kullandı” diyemiyor. Ama öte yandan komünistleri o kendi yarattıkları alandan çıkardığınızda ortaya yine çok gerçek bir boşluk çıkıyor.

Komünist Parti’nin “toparlanması” bu yüzden de bir coşku yaratıyor.

Yakından örnek vereyim. 1923 Cumhuriyeti hakkında iki kutup vardı ülke siyasetinde ve düşünce dünyasında. Onu bir arıza, toplum tarihimizde zorbalıkla açılmış bir parantez olarak görenler ve “1923’e dönüşle” kurtuluş arayan, Kemalist Cumhuriyet’i bir tür devr-i saadet olarak görenler.

Cumhuriyet fikrine, onun sınıfsal temellerini unutmadan yaklaşan, bu ikilemden “burjuva olanı ile buraya kadar. Cumhuriyet ideallerini sosyalizmle yaşatacağız” diyen komünistler oldu. Bunu söylemek bir yana kendi politik varlığı ile temsil eden de Türkiye’nin komünist partisiydi.

TKP’ye yaşatılan geri çekilme (çok devrimci olma iddiaları ile yapılanların sonucuydu üstelik!) ülke siyasetinde bir boşluk yaratmıştı. Zaten bu olmasaydı, sosyal demokrasilerimiz sahte umutlarıyla bu kadar kolay at oynatamazlardı.

Komünist Parti’nin örgütlenmesinde bir de bu yüzden ivme var.

 

Kader, Türkiye’ye komünist partisini kaybettirip buldurdu galiba!

Şakası bile insanı gülümsetiyor ama ürpertiyor.

Tabii bu bir tarafı işin. Öbür tarafında, “çok gerçekçi hayallerin” çöküşü var.

Komünistler tarih boyunca bir de bu işe yaramamış mı?

Sahte umutların, tutarsız arayışların duvara çarptığı her yerde dağılmanın, hayal kırıklığının, geri çekilmenin ilacı komünistlerden gelmiş.

Bunun karşılığı olarak da, diz çöküp ağlaşmaya niyeti olmayanlar bugün Komünist Parti ile yoldaşlığa yöneliyorlar.