Başkanlık anayasasına karşı nasıl mücadele edilir?

Bugün meclis içinde ve çevresinde yaşananlar gerici AKP’nin bilinen zorbalığının son perdesidir.

Her türlü zorbalıkla milli iradenin temsilcisi olduğu söylenen meclis sıralarına, hatta doğrudan iktidar partisinin meclise oturttuğu vekillere kadar yansıyan zorlamalarla, basın sansürleri, kamera kapatmalarla, TOMA’lar ve biber gazlarıyla yolunu açmaya çalıştıkları başkanlık sisteminin, ülkemiz için anlamı bellidir: Şeriatçı faşizmin hukuksallığa büründürülmesi. Faşistler ve şeriatçılar yeni anayasa denemesiyle işlerini yapıyorlar. Yobaz yobazlığını, gerici gericiliğini yapar.

Bunun karşısına dikilmek bir yurttaşlık görevidir. Ancak yurttaşlık görevi “başkanlık sistemine şimdi karşı çıkmak” olarak kalırsa işimiz zordur.

Düzen içi muhalefet gericiliğin önüne halı sermiştir ve sermeye devam etmektedir. Başkanlık anayasasına karşı “en geniş güç birliği” diyerek yapılanlar bir noktadan sonra koskoca bir yalana dönüşmekte ve dahası başkanlık saldırısına meşruiyet kazandırılmaktadır.

İlk olarak, AKP’ye yapılan “yeni Anayasa için toplumsal mutabakat” çağrılarının ne yeri ne de zamanıdır. Yobazlarla, sömürücülerle, emperyalizmin taşeronlarıyla uzlaşma istemiyoruz, zaten onların da böyle bir uzlaşmaya ne niyeti ne de olanağı var. Yeni anayasa yeni bir düzen veya rejim için yapılır. AKP’nin lideri veya parçası olduğu bir yenilik tarihsel olarak gayrimeşrudur.

Üstelik bu meşruiyet kaybı, geride bıraktığımız dönemde sokaklarda da tescil edilmiştir.

2013 Haziranı’nda ortaya çıkan enerjinin bugün soğutulmuş olduğu doğrudur ama değişmeyen bir şey vardır: Türkiye toplumu, AKP yobazlığını da bunun hukuksallaştırılmasını da kusacak bir toplumdur.

Bunu dikkate almayan herhangi bir muhalefet stratejisi tam olarak şöyle anılmalıdır: Dostlar alışverişte görsün!

Faşistlere ve şeriatçılara soracağımız bir şey yok. Meclisin muhalefet partilerine soruyoruz: Neden faşist ve şeriatçılarla “nasıl bir anayasa” tartışması yaparak onlara yoksun oldukları meşruiyeti hediye ediyorsunuz?

İkinci olarak: Erdoğan’ın uzun süredir ama özellikle OHAL ile birlikte fiilen başkanlık yapması diye bir sorun orta yerde durmaktadır. Başkanlık projesi bugünkü delilik halinin anayasal rejim haline gelmesi biçiminde özetlenebilir. Hukuksuz, hukuken geçersiz bir fiili uygulamanın bir de tescil edilerek hukuk haline gelmesi elbette yeni bir durum yaratır ama fiili uygulamaya karşı mücadele yeterince güçlü biçimde verilemiyorsa, hukuk alanındaki saldırıya direnmek hiç mümkün olmayacaktır.

Faşistler ve şeriatçılar halkın düşmanıdır ve karşı taraftalar ama başkanlığa karşıyız diyenlere sormak durumundayız: Neredesiniz? Gerçekten karşı mısınız? Yoksa muhalefetin bir bölümü Erdoğan’sız bir başkanlığın o kadar da fena olmayabileceğini düşünüyor olabilir mi? Yoksa muhalefetin bir başka bölümü Kürt kimliğini tanıyan bir başkanlığı uzlaşma zemini olarak hayal ediyor olabilir mi?

Üçüncü olarak, başkanlığa karşı olduğunu söyleyen muhalefetin MHP’ye çiçek atması, “Türklüğün töresi” gibi kavramlara sığınarak, faşist parti çevresinden rey araması, hele gerici parti AKP’nin içinde demokrat sondajına çıkılması yeni gerici rejimin elinin güçlendirilmesinden başka bir şeye yaramaz. Bunun sol muhaliflik adına yapılması bir akıl tutulmasıdır.

Bu tablonun altında yatanın ne olduğu da açıktır.

Türkiye’de başkanlık sisteminin faydalarını ilk keşfeden şeriatçı yobazlar değil modern batıcı TÜSİAD’dır!

İktidar, şeriatçı ve faşist bir başkanlık sistemini dayatırken, büyük sermayenin sunduğu zemine basmaktadır. AKP’nin ve diktatörün arzuladığı sonucun birebir TÜSİAD’ın isteklerine uygun olmadığı açıktır. Ancak emekçilerin kâbusu ve sermayenin cenneti olacak biçimde otoritenin merkezileştirileceği bir sistem, tam tamına bir TÜSİAD projesidir.

Düzen muhalefetinin başkanlık sistemi ile ilgili “mücadelesinin” garipliklerinin bir yanında bu gerçek vardır. Büyük sermaye gerici iktidarın da batıcı muhalefetin de ortak atasıdır.

TBMM muhalefeti bu yüzden dostlar alışverişte görsüncüdür. Türkiye’de ilerici, emekçi geniş halk yığınlarının enerjisini bu sahtekarlık soğurmaktadır.

Bu tablo şeriatçı faşist saldırı karşısında halkımızın çaresiz olduğu biçiminde yorumlanamaz. Türkiye’nin maddi gerçekliği, “topraklarımız” içinden geçtiğimiz tarihsel süreci kusacaktır. AKP iktidarı ve anayasa projesi toplumdaki güç birikiminin doğal, organik uzantısı değildir. AKP ülkenin genetiğini değiştirmeden iktidarını sürdüremeyecek haldedir ve artık bu bir intihar uçuşudur.

İntihar uçuşu kaçınılmazdır. Bunun Erdoğangiller açısından sonucu da.

Bu intihar uçuşunun ülkenin de uçuruma itilmesi anlamına gelmemesi, emekçilerin, halkın gerçek dostlarının görevlerini ihmal etmemesiyle, dostlar alışverişte görsün muhalefetinin içinde erimemesiyle mümkündür.

Gericiliğe, dinselleşmeye ve şeriatçılığa toplumsal örgütlenmeyle, gerçek bir toplum direnişi ile karşı koymak tek çıkış yoludur.

Türkiye emekçilerini çağırdığımız, birlikte adımlayacağımız çıkış yolu budur.

Komünist Parti

Merkez Komitesi